Yine bir toplantının ardından yorucu anları keyfe dönüştürme vaktiydi. Ya da gezgin ruhun canlanma zamanı…
Viyana deyince en çok akla gelen şey olsa gerek müzik ama benim müzik deyince aklıma hep Salzburg gelir. Mozart’ın doğum yeri Salzburg… Bazı kentler vardır ki bazı isimler onunla bütünleşmiştir. Havana’da Hemingway’in izlerini ararsınız örneğin, ya da Prag’da Kafka’nın…
Çok Mozart hayranı olduğum söylenemez… Ama bu kez Mozart’ın ruhu taşıdı beni Salzburg’a… Viyana’da batı istasyonundan Railjet’e atladım ve 2 saat 22 dakikada Salzburg’daydım. 51 Euro 10 sent. Alplerin arasından yeşil bir büyünün içinden süzüldü tren… Yeşile doyamadan, kahvenin tadı damağımda vardım Salzburg’a… O tipik ortaçağ kasabasına… Adını ortasından geçen Salzach nehrinden alan ama Mozart’la tek kelimeyle bütünleşen Avusturya’daki Almanyalıya…
MOZART’IN RUHUNUN HAKİM OLDUĞU KENT…
Daha kente varır varmaz Wolfang Amadeus Mozart sizi sarmalına almaya başlıyor. Tren istasyonunda Mozart müzikleri, çikolataları… Ortalık turist kaynıyor. Salzburg tüm gelirinin yarısını turizmden karşılıyor.
Aslında Salzburg dünyaya Mozart satıyor. Mozart’ın doğduğu ev, Mozart’ın büyüdüğü ev, yürüdüğü sokaklar, yemek yediği restoran, çikolataları, çamaşırları, plakları her an her yerde… Hop On Hop turist otobüsünde kulağınızda Mozart müzikleriyle gezersiniz, Alplerin eteklerindeki göllerle çevrili bu kasabayı…
Salzburg, Mozart’a gösterdiği vefa sayesinde aslında tek kelimeyle ihya olmuş. Normalde nüfusu 150 bin civarında olan Salzburg festivaller döneminde milyonları aşıyor. Ama şehir milyonlarca insanı ağırlamaya öylesine alışık ki… Salzburg’da yıl boyunca beş tane dünyalı festival yapılıyor. Ocak ayında ‘’Mozart Festivali’’, ilkbaharda ‘’Pak Festivali’’, ‘’Barok Festivali’’, Ağustos’ta ‘’Salzburg Festivali’’ ve ‘’Caz Festivali’’…
MÜZİSYEN BOLLUĞU…
Eski kentin daracık sokaklarında gezerken gotik ve barok mimarisinin muhteşem dansına şaşakalırsınız. Gölge sokaklarda evlerin balkonlarından sarkan rengârenk çiçeklere bakakalırsınız. Ama en keyiflisi de bu kültürün arasından minicik meydanlarda sizi birinden diğerine sürükleyen nağmeler, keman çalan müzisyenler…
Railjet’ten küçük istasyonda indiğim zaman hemen bir Salzburg turizm kitapçığı aldım. Haritaya bakarak eski kente doğru yürümeye başladım. Her adımda biraz daha beni içine çeken eski şehre ulaşmak sadece bir kilometre sürdü. Ana caddeleri kesen daracık sokaklarda dolaşmaya başladığım zaman sanki kendimi masalsı bir büyünün içinde buldum. Kâh bir restoranda oturarak yemek yerken inceledim Salzburg’un tarihini ve güzelliklerini, kâh başka bir kafede oturarak keman notaları arasında kayboldum bu masalsı kentte…
Kentin yazılı olarak ismi ilk kez 755 yılında tarihi belgelerde bulunur. 845’te Virgil katedrali yanar. Şimdilerde şehrin önemli anıtlarından biri olan bu yapı daha sonra restore edilir. 1404’de Salzburg’da yaşayan Yahudiler kenti terke zorlanır. 1525’te filozof matematikçi Paracelcus Salzburg’a yerleşir. 1623’de Salzburg Üniversitesi kurulur. 1737’de Mozart’ın babası Leopold Mozart kente yerleşir ve 19 yıl sonra Wolfang Amadeus Mozart dünyaya gelir. 1854’de kente muhteşem bir güzellik katan Mirabell Bahçeleri, 1880’de Mozart’ın doğduğu ev turizme kazandırılır. 1838’de Almanlar kenti işgal eder ve 1944’de Alman uçakları kenti bombalayarak harabeye dönüştürürler.
KUŞBAKIŞI SALZBURG…
Masalsı kentin daracık sokaklarında zamanı unutmuş, kaybolmuşken kafedeki garson bana bu kenti en iyi göreceğim yerin Hohen – Salzburg ormanındaki kale olduğunu söylüyor. Bu ormana çıkmak için asansöre nereden bineceğimi anlatıyor. Hemen yola koyuluyorum.
Raylı asansörün ulaştığı tepedeki kalede kentin olağanüstü güzellikteki görüntüsü gerçekten görülmeye değer. Kenti ortadan bölen nehre, köprülere, rengârenk Mirabell bahçelerine, kentin eski mimarisine, çevresindeki muhteşem göl manzaralarına bakarken sanki kentin üzerinde yüzyıllardır uçuşan notalar arasında gibi hissedersiniz kendinizi…
Mirabell bahçeleri 1606’da yapılan ve 1818 yılında yanan Mirabell Sarayı’nın çevresinde yer alır. Saray elbette ki yangından sonra restore edilmiştir. Günümüzde Saray’ın bir bölümü Avrupalı zenginlerin düğünlerini yaptıkları mekândır. Sarayda halka açık bir de kütüphane vardır. Mirabell bahçeleri tam bir renk şölenidir. Doğanın kendi içinde yaşadığı muhteşem görüntüler veren izlenesi bir şölendir. Bahçedeki Apallo, Hermes ve Minerva gibi heykeller ise geziye mitolojik anlamlar katar.
AMADEUS’UN EVİNDE…
Salzburg’un en popüler ve merak edilen yeri ise hiç kuşkusuz büyük besteci Mozart’ın doğduğu evdir. Getreidegasse no: 9’da bulunan bu eve girerken heyecanlanmamak elde değil. Önce girişin tam karşısındaki iç bahçede oturup soluklanmak ve kahve ile bir Mozart çikolatası yemek gerekir. Derinden gelen Mozart besteleri ile havayı koklamak ve bu dahi çocuğun ruhuna yolculuğa çıkmak gerekir. Babası Leopold ve annesi Anna Maria bu evin üçüncü katında oturmuşlar. Wolfang Amadeus, bu çiftin yedi çocuğundan biriydi. Amadeus, yedi yaşında Salzburg’dan ayrıldığında müziğin harika çocuğuydu. Aslında Amedeus’u babası tüm Avrupa aristokrasisine o günlerde çok iyi tanıtmıştı. Tıpkı şimdi Salzburg’un onu kullanarak dünyada bir turizm çekim merkezi haline geldiği gibi… Salzburg, Amedeus’a ve eskiye olan vefası sayesinde bugün dünya üzerinde en çok uğranan şehirlerden biri durumunda. Mozart’ın doğduğu evde çaldığı kemanları, operalarının sergilendiği tiyatro salonlarının dekorları, el yazmaları, mektupları ve eşyaları var.
Benim Salzburg için ayırdığım süre maalesef sadece bir gündü. 17.30’da Mozart’ın doğduğu ev kapanırken ben de elimde onun birçok CD’si ile birlikte kendimi sokakta buldum. Tren garına doğru yürürken aklımda hep o ve kulaklarımda nağmeleri vardı.
Viyana’da Shönbrunn sarayında gördüğüm yağlı boya tabloya sonradan resminin eklendiği o minicik çocuk. Kim bilir belki de bize sunulan o görüntü ile ilgisi bile yoktu. Mezarının Viyana kimsesizler mezarlığında yeri bile bilinmezken doğduğu şehri bir dünya starı haline getiren o dahi çocuk. Ve 37 yıllık yaşama sığdırılan çağlar ötesi sınırsız müziği…
Elbette Salzburg’da görülecek daha nice tarihi eserler ve güzellikler vardı ama ben artık Railjet’teki kafede gün batımında Alp’lerin güzelliklerinin arasındaydım.