Yaz bitti bitecek, içimde garip bir hüzün…
Bitmeyen bir yorgunluk…
Bu yazda lanet vardı sanki, kapkara bulutlar…
Bir türlü yağmura dönüşemeyen…
Laneti yıkayıp arındıramayan…
Her yanımızı saran, bizi boğan nefessiz bırakan…
Kafeste durmaksızın öten, birbirimizi gagalayan hastalıklı kuşlar gibiyiz.
Ben yine de tersine döndürmek istiyorum bu laneti,
Kendimi avutuyorum ‘daha yaz sürecek’ diyorum kendi kendime…
Eylül’de de kumlarda yürüyeceğim çıplak ayaklarla…
Geceleri efsunlu denize gireceğim…
Ay ışığının büyüsünde arınacağım lanetten, yorgunluktan…
Kum zambaklarının peşinden sürükleneceğim uçsuz bucaksız sahillerde…
Çocukluğumda dolanıyorum hep bu ara
İlk kaygılarıma, belirsizliklere uzanıyorum.
Belki de üzerimizdeki lanetin köklerini arıyorum.
Yine bir Ağustos ayında yaşamıştık savaşı
Ve sonrasında Eylül’de göçü…
Sanki ta o zamanlarda başlamıştı beni/bizi saran belirsizlik ve lanet…
Dedelerimizin mezarlarını terk ettiğimiz gün…
Hiç sorgulamadan başkalarının çocuklarının oyuncaklarıyla sanki bizimmiş gibi oynamaya başladığımız gün…
Her yeni görüşme masasıyla umutlanıyorum.
‘Bu kez olacak, lanet bitecek’ diyorum…
Ve her seferinde masanın tam ortasında bu coğrafyada ölen din, dil, ırk fark etmeden yüzlerce şehidin sırtına basarak yeniden başlıyor belirsizlik tellallarının lanet çağrıları…
Benim, bu adanın göçmenlerinin; alın teri emekleri malları üzerinden yapılan şövenizm…
98 yaşında ölen neneciğim birçok göçmen gibi iki göz evini, ömür boyu alın teri akıttığı bağını bahçesini görmeye cesaret edemeden gitti.
Binlerce güzel insan yüreklerine akıttıkları alın teri göz yaşlarıyla veda etti bu güzel adaya…
Çocuklarına ‘umudu’ bile bırakamamanın burukluğuyla…
Çok adalılar çekti gitti, dünyanın bambaşka yerlerinde aradı umudu ve geleceği…
Çok adalılar ve adalı olmayanlar başkalarının mallarıyla huzur bulacağını zannetti ‘yetimin ahını’ aldıklarını düşünmeden…
Yetimlerin ahı, gözlerinde yaş olmadan yürekleri ağlayan onurlu insanların acılarının ağırlığı üzerimizden kalkmadan bu lanet biter mi bilmiyorum ama yaz bizim tüm yorgunluğumuza ve hüznümüze rağmen bitecek…
‘Bizi’ yitiren ‘ben’ le mutlu olacağını zanneden bizler toplum olma erdeminden her gün biraz daha uzaklaşarak uzayda savrulmaya devam edeceğiz. Lanet bize sevgisizlik, hastalık ve yok oluşu getirecek…
Ta ki bu adada biz adalılar hep birlikte zeytin dallarını yakalım. O büyülü kokunun sarmalında huzuru ve sevgiyi yakalayalım. Emeğe ve alın terine sevgimizi katarak çocuklarımıza bırakacağımız dünyalı geleceği ‘UMUT’ yapalım…
Ben Eylül’de de çıplak ayakla kumlarda yürümeye devam edeceğim.
Denizin efsunlu sularında gece yıldızları izleyeceğim,
Ve sahillerde kum zambaklarını kovalayacağım…
Çünkü biliyorum ki ‘’iki gecenin arasında mutlaka gündüz vardır…’’